Karanlık

Karanlık olsun istiyordu. Zifiri karanlık. Gözlerinin açık mı kapalı mı olduğunu bilmeyecek kadar karanlık olsun istiyordu. Küçücük odası zaten az ışık alıyordu. O ışık, onu bir çözüm bulmaya zorladı ve aylar sonra gözünün önündeki cevabı o çatlaklar sayesinde gördü. İstediği karanlığa sonunda kavuşmuştu.

Karanlık ilginç bir yerdi. Kendisi görmüyordu, bu başka hiçbir gözün de göremeyeceği anlamına geliyordu. Peki, ne yapacaktı bu karanlıkta? Ne yapabilirdi? İstediği her şeyi yapabileceğini düşündü, her şeyi. Sadece kendine, sadece kendisiyle, istediği her şeyi yapabilirdi. Peki, ne yapacaktı?

Karanlıkta başka bir zamana gitti. Küçük bir şehrin büyük sokaklarında yalnız başına idi. Ufak bir çocuğun yapacağı şeyi yaptı. Korktu. Karanlık korku demekti. Tehlike demekti. Savunmasız kalmak demekti. Korktuğu şeylerin hiçbiri olmadı. Korku da bu demek değil miydi? Olmayan şeylerdir korku; olduğu zaman başka bir şeydir artık. O çocuk, fiziksel olduğu kadar duygusal olarak da karanlıkta idi, savunmasızdı. Ancak düşman kimdi, düşmanı nasıl tanıyordu? Onu koruyan gözler, onu yalnız bıraktığında geriye ona korkuyu bırakmışlardı.

Şimdi ne fark vardı? Dört duvarın arasındaydı. Hiçbir tehlike olmayacağından emindi. Bu sefer durum farklıydı. Korkacak herhangi bir şey yoktu. İlginç olan: o, karanlıkta kullanılmayacaktı; o, kullanacaktı karanlığı. Ne yapabileceğini düşündü. Utanacağını, ayıplanacağını düşündü. Günah olduğunu, yasak olduğunu düşündü. Hiçbir şey yapmadı. O kadar özgürdü şimdi, hiçbir şey yapamayacak kadar özgürdü. Fiziksel olarak olduğu kadar duygusal olarak da dört duvarın arasındaydı. Onu onaylayan gözler, onu yalnız bıraktığında geriye ona utanmayı bırakmışlardı.

Karanlık ve yalnızlık ne kadar da birbirlerine benziyordu. Karanlık sadece korkutucuydu, oysa özgürleştirici de olabilirdi. Yalnızlığın da buna benzeyen iki yüzü olduğunu hatırladı.

Yalnızlıkta kimsenin sesini duymuyordu, babası bile cevap vermeyecekti. Karanlıkta ise annesinin sesi geldi, onu gözlerin görmediği yerde, dört duvar arasında da olsa bulmuştu. Annesinin konuşmasına müsaade etti, artık karanlıktan yalnızken korkmuyordu.

Boşuna yaşıyorsun sen. Senin yaşadığın hayat mı? Annesini, babasını dinlemeyen evlat mı olur? Büyüklerinin dediğini yapmayan, onlar gibi yaşamayan, onlar gibi düşünmeyen. Senin yaşadığın boşa bir hayat. Sen bir işe yaramazsın. Sana yazık değil mi? Sana günah değil mi? Sana acıyorum. Seni bu şekilde kabul etmeyeceğim.

Sokaklarda yüzüne yemediği yumruğu, vücuduna saplanmayan bıçağı; kendi odasında kendi elleriyle kalbine ağırladı. Annesine, “Senden nefret etmiyorum,” dedi. Başka bir şey söyleyemedi. Söyleyecek, söyleyebilecek başka bir şey bulamadı; karanlıktı.

Karanlık ilginç bir yerdi. Küçükken yalnız kaldığı sokaklarda öldürülebilirdi. Karanlık, suç işlemek için mükemmel bir ışıklandırma değil miydi? Belki de, odasındaki en ufak ışığı o yüzden istemiyordu. Belki de o yüzden diğer gözlerden bu kadar uzak kalmak istiyordu. Utanacağı, ayıplanacağı, günah olduğunu düşündüğü bir şey mi yapacaktı?

Karanlık aydınlatıyordu. Bir suç işlenmişti. Beni affedin diye ağlamaya başladı.

Onu sizden ben aldım.
Çocuğunuzu ben aldım sizden.
Onu ben öldürdüm.
Kendim için.
Beni affedin.

Ellerimde onun kanı.
Hayallerinizi onunla birlikte gömdüm.
Katili benim,
Evladınızın da, umutlarınızın da.
Beni affedin.

Bir katil olarak doğdum.
Onu öldürmeyebilir miydim?
Suçluyum.
Bu suç ile yaşayabilir miyim?
Affedin beni.

Onun mezarıyım.
Hayallerinizin kırıklığı.
Hayat verebilir misiniz,
Sizden hayat alana?
Sevebilir misiniz bir caniyi,
Canınız evladınızı sevdiğiniz kadar?
Affedin beni.

Size bunu nasıl yapabildim?
Sizden onu nasıl alabildim?
Üzgünüm.
Gerçekten üzgünüm.
Affedin beni.

Gözyaşları bittiğinde fark etti. Karanlıkta korktuğu ile göz göze gelmişti. Bir katille. Kendisiyle. Karanlıkta utanacagi bir şey yapmıştı. Birini öldürmüştü. Kendisini.

O bir katildi, aynı zamanda katledilen.
Kurbanın ve katilin yakınıydı.
Cesetti, mezardı, taziye eviydi.
Olay yeriydi, suç aleti, dedektifti.
Mahkemeydi, heyetti, hakimdi.
Suçtu, cezaydı.
Mahkumdu, mapustu, gardiyandı.
Tamamıydı.
Paramparçaydı.

Karanlıkta; bir annenin evladına olan hakaretleri, evladının katili için bir feryat olmuştu.

Karanlıkta; bir annenin acımasız sözleri, kaybettiği evladının acısını taşımaya yetmeyecek gözyaşları olmuştu.

Karanlıkta ışık kör olmuştu.

Anne, “Sen benim evladım değilsin.” dedi.

Ceset herhangi bir tepki veremedi.

Karanlık konuştu:

Evet, ben onun katiliyim.